7 Kasım 2012 Çarşamba

Sultanahmet Sabahı...


Pembeli, Morlu bir sabah...


Pembe: herzaman şekerli, hep yenileyici, hep de taze tutan bir içecek...
İçer içmez neşe veren, yepyeni ve bambaşka hissettiren, hatta dolaştıran ve dolaşma, dolanma, gezme isteği ile dolduran ''pembe''...

Bu sabah 'beklemediğim şekilde' beni Sultanahmet kaldırımlarına getiren Pembelik'ti.
Kalbimdeki pembe, tadımdaki şeker pembe.
Aşk ve sevgi'nin pembesi, güller gibi yayılırken etrafıma, yanımda 'benden biri' ile yürüdüğüm yol açık pembeydi...
Ve Mor'a bıraktı kendini yol uzarken...

Mor: Düzenli, sorumluluk sahibi, doğrusal, net ama akışkan bir Sevme ile İleri doğru yürüyen, açan, yollar açan ''mor.''
Temiz insanlara yönelen, en ufak bir pürüz görür görmez düzelten, düzenleyen, mükemmelleştirerek ilerleyen mor...

Beklemediğim şekilde Sirkeci'den Sultanahmet'e geçerken, aslında 'herşeyi biliyor' olduğumun bilinci ile yürümeye başlamıştım yolun sonlarına doğru. Aslında yolun başından beri bu bilinçleydim. Zaman yoktu ki 'bildiğin an.' Biliş vardı. Seziş, bambaşka bir hal alırdı. Gülümsetirdi. Hem kendini hem karşındakini.

Uzun süredir konuşmak istediklerimi, beklemediğim bir zaman'da hem pembe hem de mor'un içinde konuşmuş oldum böylece. Yanımdaki kişiyle, hep gördüğüm ama kimi zaman yabancılaştığım kişiyle, mor ve pembe aracılığı ile konuşma yaptım... Güller hem mor hem pembeydi... Ellerimde tutan bendim gülleri... Ellerimde tutabildiğim için yanımdakine verebilen de bendim.

Neyi takip edebiliyorsam, onu kazanıyor ve verebilecek hale geliyordum. Yürüyüşüme sevgi, yüzüme gülümseme, kalbime sıcaklık ve dürüstlük kattım böylece. Ve yalnızca 'paylaştım'. Pay ederek değil, benim bildiğimi onun bilerek... Gördüm; ancak o zaman onu kazanıyor ve ona istediğini ve istediğimi, ona onu ve kendimi verecek hale geliyorum...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder