Tibet Yolundakiler Ve
Rüzgar Çanları
Senelerdir,
Sendelemediğim için sevindiğim yanlarından geçerken,
Sonra, dalga dalga şükre doğru geldiğim,
Sessiz içtenliğim, sessiz akışım, sessiz akşamlarım;
Bahçedeki rüzgar
çanları…
Günün içinde geceye doğru uzanan,
Yanlarından
her geçişimde beni alemden aleme taşıyan…
Alem, sessizlikti…
Aslen sessizken, nasıl alemden aleme gittiğimi bilmeden,
Bir uzanış, ve büyüyüştü işittiklerim…
Ben, beni büyütüyordum,
Tibet ve hatırlattıkları,
Beni büyütüyordu derinden.
Derinden ve ses etmeden…
Sesin, aslında sadece görüldüğü,
Dalgalanmalardan uzak,
Davetli için, en derine dalış,
Dalınan yerde,
Anlık da olsa huzur bulunan,
Daha da derine ineni Hakikat’e çağıran;
Rüzgar çanları…
Nerelere götürmedi dinleyenleri…
Nereleri getirmedi ki İstanbul’da naçizane bir sokağa…
Tapınak duvarlarının hareketi,
Duanın, sessizlikle buluşmaya doğru aldığı yolda,
Geçip de giderken, susup da dinlemeden olamadığım,
Evimin kapısından her girişimi değiştiren,
Evveliyetin gizli davetkarı;
Bir eşlikçi,
Eşlikçi; Rüzgar çanları…
***
Tibet’in karlı yolları,
Ne soylu ruhları ağırlarken,
Ben de dua ettim bilmeden…
Çanlar, burda ve Tibet’te,
Dua ediyorduk hep birden…
Sarıyer’den taşınırken,
Mayıs 2010




Bütün
pencerelerimiz kırıldı. Sadece benim odamın penceresi henüz kırılmadı.
Kırılmalarının nedeni yine hemen karşımızdaki Zoka’nın kuyumcu dükkanına bir
merminin düşmesi. O sırada evde yalnızdım. Annemle babam arka bahçede öğle
yemeğini hazırlıyorlardı, ben de yukarı masayı hazırlamaya çıkmıştım. Birden
korkunç bir sesin ardından camların kırılma sesini duydum. Çok korkmuştum,
koridora doğru koştum. Aynı anda annemle babamı kapıda gördüm. Nefes
nefeseydiler, endişeyle ter içinde ve renkleri sararmış bir şekilde beni
kucakladılar ve kilere koştuk, çünkü genelde mermiler art arda geliyorlardı.
Olup bitenlerin farkına varınca ağlamaya ve titremeye başladım. Herkes beni
sakinleştirmeye çalıştı, ama sinirlerim çok bozulmuştu. Kendime çok zor
geldim.

