2008 yılında İndigo Dergisinde yayınlanmış bir yazım:
Balkan Türküsü
Adriyatik, Ege ve
Karadeniz’in Ortasındaki Tüm
Resimde, Koca Bir Gözyaşı Kalp Gibi Atıyor; Balkanlar…
Sevgili
Mimmy,
Bütün
pencerelerimiz kırıldı. Sadece benim odamın penceresi henüz kırılmadı.
Kırılmalarının nedeni yine hemen karşımızdaki Zoka’nın kuyumcu dükkanına bir
merminin düşmesi. O sırada evde yalnızdım. Annemle babam arka bahçede öğle
yemeğini hazırlıyorlardı, ben de yukarı masayı hazırlamaya çıkmıştım. Birden
korkunç bir sesin ardından camların kırılma sesini duydum. Çok korkmuştum,
koridora doğru koştum. Aynı anda annemle babamı kapıda gördüm. Nefes
nefeseydiler, endişeyle ter içinde ve renkleri sararmış bir şekilde beni
kucakladılar ve kilere koştuk, çünkü genelde mermiler art arda geliyorlardı.
Olup bitenlerin farkına varınca ağlamaya ve titremeye başladım. Herkes beni
sakinleştirmeye çalıştı, ama sinirlerim çok bozulmuştu. Kendime çok zor
geldim.
Evimize döndüğümüzde
yerleri cam kırığı içinde ve pencereleri kırılmış bulduk. Camları bir
kenarda toplayıp pencereleri plastikle kapladık. Bu mermiden ve şarapnelden
ucuz kurtulmuştuk. Bulduğum bir şarapnel parçasını ve bir merminin kuyruk
kısmını bir kutuya koydum ve o sırada mutfakta olduğum için Tanrıya
şükrettim, aksi takdirde yaralanabilirdim...KORKUNÇ! Bu sözcüğü kim bilir
kaç kez kullanmışımdır. KORKUNÇ. Etrafımızda o kadar korkunç şeyler oluyor
ki. Günlerimiz korkunçluklarla dolu. Belki de biz Saraybosnalılar gün
kelimesinin adını değiştirip ona korkunçluk adını verebiliriz çünkü gerçekte
yaşadığımız bu- korkunçluk.
(Zlata’nın Günlüğü kitabından)
Zlata Filipovic 1980 Saraybosna
doğumludur. Sırp ve Hırvat kökenli, Saraybosnalı müslüman bir anne babanın
tek çocuğudur. Onbir yaşında günlük tutmaya başlamış; savaşla birlikte
günlük, belgesel niteliği kazanmıştır. Anna Frank’ı model alan Zlata’nın
günlüğü, Fransa’da basılınca, Zlata ve ailesi Aralık 1993 Bosna’dan
çıkabilmiş ve Saraybosna vahşetini anlatmak için uluslararası aktivitelere
katılmışlardır.
Zlata 1992’de yukarıdaki
dizeleri yazarken renksiz günlüğüne, ben başka bir kalemle, pembe bir
günlüğe, daha farklı şeyler yazıyordum 8 yaşımda. Başka şeyler
konuşturuyordum oyuncak olan askerlerime. Bugün 24 yaşımda, savaşın o
günlere kıyasla hiç de azalmadığı bir dünyada, Zlata’nın yüzünü görüyor,
onun savaşlı çocukluğu ile tanışıyorum. Haritaları açıp Saraybosna’ya
bakıyor, sınırlarındaki göçmen mirasımı görüyorum. Biraz daha, iyice,
bakıyorum, ve gözlerim, binbir kişinin gözleriyle buluşuyor,
Adriyatik, Ege ve Karadeniz’in
ortasındaki tüm resimde, koca bir gözyaşı kalp gibi
atıyor; Balkanlar…Sonra Balkan savaşlarına da gidiyor, içeri giriyor,
ailemi alıyor, geri geliyor, oturuyor, dökülüyorum. En çok da birbirinden
küçük kızları görüyorum. Dökülüyorum.
Balkan Kızı
Bazı bazı elinde birkaç su dolu küp,
Bazı gece yüzünde gözyaşı o su,
Gündüze de sarktı mı acın,
Artık bu ateş en dip köylerine de
inmesin sakın?
Balkan kızı,
İçimde binbir türkü,
İçinde binbir yangın köyüsün.
Dudağım, ağzımda kalmış son türküm,
Ellerimde annemden kalan bir çamaşırım,
Yıkayalım diye, yıkanalım diye,
Binbir gündüzsüz gecenin,
Bir damla daha su olsun diye edilen duasısın.
Balkan kızı,
Gözlerim, resmi olmayan savaşlı ellerin,
Kanı tanımayan ama resimleyen ellerin,
Bohçam, anneannemin göçerken getirdiği yastığım,
Senin uyuyamayan gecelerin.
Balkan kızı,
Aşka dili dokunmamış,
Ona eller dokunmamış,
Yüreği bakir,
Sesi türkülü,yaşının yaşlısı kız.
Balkan kızı,
Başörtün, geçmişinin gizi,
Anı sandık’larının ağır yükü,
An be an saydığın,
Günü geçmez sandığın,
Bir türkü sözüne bürünmüş gözlerinde,
çoktan kaybolmuş hayat…
‘ ‘yaşa’ desinler’ diyorsun…
‘Yaşam aktı soyuma doldu, soyum yazgım oldu…’
Yaşarım gene de…’
Gene de yaşarız seni.
Bu toprak da yaşarken doya doya.
Yüreğim, önlüğünün ağır duman yutmuş tozu,
Yüreğinin bağırsa da sesini dinletemeyen havası,
Bundan mı geldin sen her türküye de,
Bazen ettin belli,
Bazen etmedin.
Yüreğim, gönlünün sesiyle bir bilinmeyen türkü,
Açlığım, soframa alıp doyurduğum kayıp gençliğin.
Yazgın, ellerimde birkaç çizgiden çok ötesi,
Balkan kızı,
Yüreğin, mirasımın uzanışı,
Yüreğim, gönlünün kardeşi.
|
Zlata’nın hala yankılanan, ve yankılanmaya devam
edecek sesi için… 1993’ten beri ne değişti?...
Günlük’ten, 17
Ekim 1993, ‘Politik cephede yeni bir şey yok. Onlar
pazarlık yapmakta; bizler de ölmekte, donmakta,
açlık çekmekte, ağlamakta, dostlarımızdan
ayrılmakta, sevdiklerimizi geride bırakmaktayız.
Sanırım politikanın anlamı, Sırplar, Hırvatlar ve
Müslümanlar demek oluyor, ama bunların hepsi insan.
Hepsi de birbirinin aynı. Hepsi insana benziyor,
birbirlerinden hiç farkları yok, hepsinde kollar,
bacaklar ve kafalar var, hepsi yürüyor ve konuşuyor,
ama onları farklı yapmak isteyen ‘bir şey’ var.
Dostlarımızın,
ailemizin içinde Sırplar da, Hırvatlar da,
Müslümanlar da var. Kimin kim olduğunu asla bilmem.
Şimdi politika “S”, “H” ve “M” damgası vurup
insanları birbirinden ayırmak istiyor. Bunu yapmak
için dünyanın en kötü, en kara kalemini seçmiş
bulunuyor – savaşın ölüm ve ıstırap heceleyen kara
kalemini kullanıyor.
Acı çekiyoruz,
güneşle çiçeklerin zevkini çıkaramıyoruz,
çocukluğumuzu yaşayamıyoruz. AĞLIYORUZ.’
İnsanlar bizim
için üzülüyorlar, bizi düşünüyorlar. Ama o alçak
insanlar bizi yoketmek istiyorlar. Niye? Bunu
devamlı kendime soruyorum-niye?
Biz hiçbirşey
yapmadık ki. Biz suçsuzuz. Ama ne yazık ki,
çaresiziz.
İnşallah her şey bir gün geçecek, ben de insan
olacağım gene.
Her şey bir gün geçmeden, şiir yazıp, tarihin
kapılarından girmekten ötede olacağım ben de.
Büyüyecek, ve ben ergen oldum diye ilk ‘korkunçluğu’
mu akıtırken, Bosnalı bir kızın savaş meydanında
dökülen ‘korkunç’ kanlar arasında büyüyen göğüsleri,
uzayan boyu, ve ergenleşen sesinin de olduğunu
bileceğim ben de. İşte o zaman, seni tam anlamıyla,
kendi bedenimde yaşatmış olduğumu fark edeceğim. Ve
yaşatıyor olacağım Balkan kızı.
İnşallah bir gün ben, yazdıklarını, yazdıklarımı
okumanın ötesine geçeceğim. Ve yaşıyor olacağım
Balkan kızı.
İnşallah her şey bir gün geçecek, biz de insan
olacağız gene.
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder