3 Mayıs 2013 Cuma

İstanbul



Ve Gök Söyledi...

Bir dahaki bahara kadar hiçbir şey kalmadı. Zaman tersine döndü ve her yeri suladı. Sular altında bir şehir, İstanbul’a da benzer, başka göçmenlere de.


Göç zamanı gelince, hep böyle mi olur bu şehrin akşama inişi? Durup durup eğilerek, kalkıp yeniden adım alıp, öyle yürüyor şehir akşama. Önde akşamdan kalma bir kafile, arkada henüz sabahın gözleriyle gören gençler...

Tabiat odur ki, bu yaşa gelince kadınlar yavrularına bakar, hayat yürütürler. Hayal kuran bir takım olmasak da, gelecek bize yuvalar getirecek denirdi bazen aramızda. Bir Göç alayının, en doruk yaşlarımızın manâsı olacağı, susup susup yeniden başlayacağı, kolay gelmedi akla. 

Bugün yedinci ay. Irmak sayıyor. Irmak hem yanımda yürüyen Irmak, hem yanımdan geçen ırmak... Ben aralarında karadan suya geçiş, hem duran hem akan. Göç ile yoğrulmuş, gönderilmiş nefesler elimde; ben taşıyan. Fazla konuşamıyoruz, seslerimizi saklamalı, biriktirmeliyiz adeta. Önümüzdeki yollarda, Sessizlik içinde bir ses olabilmeli.

Bir an geliyor, olur da yolda kızlar doğurursam nasıl büyütürüm diye düşünüyorum. Olur da büyürlerse nasıl sığışırız diye bakınıyorum. Sonra bir an daha geliyor, bomboş geçip gidiyor. Hep söylenilen o boşluğumu görüyorum.  

İstanbul göç ediyor, tüm hareketi, tüm sağlamlığı ile. Yüzyılların Sarnıcı, yerinden kalkıyor. Biz Göç’ün içinden geçiyoruz, duvarlar elimizde. ‘Şehir üstüme geliyor.’ diyor Deniz. ‘Şehir üstümden gidiyor.’ diyorum. Şehir ne zaman varacak, ne zaman buluşacak, bilmiyoruz.

Önde yol alan kafilede yaşlı büyüklerin ağıtları, arkadan gelen yeni yerlere bırakılacak Güneş ışıkları…

Arkada kalmış hissediyoruz, bize sonsuz diyorlar, bizse hangi ağızdan çıktığımızı arıyoruz.  

Şehir akşama doğru yaklaşıyor. Şehir bir kız olsaydı, kadın olmuş olurdu diye düşünüyorum. Ne üstünden beni görür mavi olur, ne sarnıç altından altın olurdu…

İleride bir kâşif, ona ‘kurban’ın rengini verecek er geç. 

İstanbul sırlarını açıyor, hayretler içindeyim. Doğruluyor, doğuruyorum.  

Kızların sınırlardan içeri girişleri her şeyi değiştiriyor; Irmak, Deniz, ardından Pınar. Pınar’a doğru yaklaşırken, yolun yolcusu yürekler, aramızda köklü birer ağaç mı, yoksa savrulan birer yapraklar mı, hissetmek istiyorlar.

Yüzlere damlalar değiyor. İçimden dışıma, ağlıyoruz.

Rahmet ediyor.






İndigo Dergisi'nde yayınlanmıştır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder