Ve Gök
Söyledi...
Bir dahaki bahara kadar hiçbir
şey kalmadı. Zaman tersine döndü ve her yeri suladı. Sular altında bir
şehir, İstanbul’a da benzer, başka göçmenlere de.
Göç zamanı gelince, hep
böyle mi olur bu şehrin akşama inişi? Durup durup eğilerek, kalkıp yeniden
adım alıp, öyle yürüyor şehir akşama. Önde akşamdan kalma bir kafile, arkada
henüz sabahın gözleriyle gören gençler...
Tabiat odur ki, bu yaşa
gelince kadınlar yavrularına bakar, hayat yürütürler. Hayal kuran bir takım
olmasak da, gelecek bize yuvalar getirecek denirdi bazen aramızda. Bir Göç
alayının, en doruk yaşlarımızın manâsı olacağı, susup susup yeniden
başlayacağı, kolay gelmedi akla.
Bugün yedinci ay. Irmak
sayıyor. Irmak hem yanımda yürüyen Irmak, hem yanımdan geçen ırmak... Ben
aralarında karadan suya geçiş, hem duran hem akan. Göç ile yoğrulmuş,
gönderilmiş nefesler elimde; ben taşıyan. Fazla konuşamıyoruz, seslerimizi
saklamalı, biriktirmeliyiz adeta. Önümüzdeki yollarda, Sessizlik içinde bir
ses olabilmeli.
Bir an geliyor, olur da
yolda kızlar doğurursam nasıl büyütürüm diye düşünüyorum. Olur da büyürlerse
nasıl sığışırız diye bakınıyorum. Sonra bir an daha geliyor, bomboş geçip
gidiyor. Hep söylenilen o boşluğumu görüyorum.
İstanbul göç ediyor, tüm
hareketi, tüm sağlamlığı ile. Yüzyılların Sarnıcı, yerinden kalkıyor. Biz
Göç’ün içinden geçiyoruz, duvarlar elimizde. ‘Şehir üstüme geliyor.’ diyor
Deniz. ‘Şehir üstümden gidiyor.’ diyorum. Şehir ne zaman varacak, ne zaman
buluşacak, bilmiyoruz.
Önde yol alan kafilede
yaşlı büyüklerin ağıtları, arkadan gelen yeni yerlere bırakılacak Güneş
ışıkları…
Arkada kalmış
hissediyoruz, bize sonsuz diyorlar, bizse hangi ağızdan çıktığımızı
arıyoruz.
Şehir akşama doğru
yaklaşıyor. Şehir bir kız olsaydı, kadın olmuş olurdu diye düşünüyorum. Ne
üstünden beni görür mavi olur, ne sarnıç altından altın olurdu…
İleride bir kâşif, ona
‘kurban’ın rengini verecek er geç.
İstanbul sırlarını
açıyor, hayretler içindeyim. Doğruluyor, doğuruyorum.
Kızların sınırlardan
içeri girişleri her şeyi değiştiriyor; Irmak, Deniz, ardından Pınar. Pınar’a
doğru yaklaşırken, yolun yolcusu yürekler, aramızda köklü birer ağaç mı,
yoksa savrulan birer yapraklar mı, hissetmek istiyorlar.
Yüzlere damlalar değiyor.
İçimden dışıma, ağlıyoruz.
Rahmet ediyor.
İndigo Dergisi'nde yayınlanmıştır...
2008 ©
indigodergisi.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder