Blogum Dergisinin Ocak Sayısında, 22. sayfada yayınlanan yazıma burdan da ulaşabilirsiniz...
Blogum Dergisine teşekkürlerimle...
http://blogumdergisi.com/ocak-2013-sayimiz-yayinda/
Sevgiliden Allah'a Giden Yol
Sevgiliniz oldu mu? Size bir dağı gösterip
sonra da oradan aşağı mı indirdi, yoksa bir dağa çıkartıp oradan dünyayı mı
seyrettirdi? Sevgiliniz kimdi?
‘Kadın’ ya da ‘erkek’ olduğunuzu hissettiğiniz
andan itibaren adım adım yeni bir gerçekliğe doğru yol alırsınız. Bu gerçeklik
bir maceradır. Aç ve susuz kalınıp, doyulduğunda da mutluluğun doruklarına
çıkılan bir serüvendir. İsteyen mutlaka bulur, ama bulduğu asıl istediği midir
bilmez…
Yirmi
sekiz yaşındayım. Yirmi sekiz yıldır Allah’ı bulmak için yanıp tutuşuyorum.
Yirmi sekizinci yılımın sonlarına doğru Allah’ı ancak aramak için yanıp
tutuştuğumu görebiliyorum. Önce Allah’ı arayabilmek için yanmak gerek. Sonra da
tutuşur hale gelebildiğin an, artık bulup bulmadığını bile soramamak…
Hatırladığım kadarıyla yirmi dört yıldır
sevgili’mi arıyorum. Beni Yaratmış Olan’a duyduğum özlem sanki bir nehrin
yatağının kademelerinden iniyor ve bir beşerin üstüne düşüveriyor. O beşeri
arıyorum. Dört yaşından beri, yoğun duygularla seveceğim sonra da yoğun
duygularla sevileceğim o beşeri arıyorum. Ne anneme, ne babama, ne dostlarıma,
ne rehber bildiklerime ne de meleklere duyduğum sevgiye benzer bir sevgi bu. Önce
mana veremiyor sadece hissediyorum. Büyüdükçe kadın ve erkeğin birlikteliğinden
haberdar oluyor, biraz daha büyüyünce cinsiyet ve cinselliğin manasını
kavramaya başlıyor, karakterim büyüyüp genişledikçe, zihnim derinleşip boyut
kazandıkça da ‘aşk’ diye tanımlanamaz bir kavram olduğu gerçeği ile
karşılaşıyorum. Birgün geliyor ve kalbim bir erkeğe karşı hiç olmadığı gibi
kanat çırpıyor. İlk kez bu kanat çırpışın özgürlüğe mi yoksa tutsaklığa mı
doğru olduğunu ayırt edemez halde yüreğim… Sadece çırpmak istiyor kanatlarını,
hem de durmaksızın çırpmak.
Gün geliyor ve kanat çırpmalarının tutsaklığı
ile yüzleşiyorum. O noktada dağın tepesinden aşağı yuvarlayan oluveriyor
sevgili. Severken var ediyor derken, severken ya da sevilirken yok ediyor.
İsyan dalgalarının okyanusa açıldığını
keşfettiğimde ise bu sefer ‘aşık’ olan ben, acı çektiren sevgili’den soyutlanarak,
‘Aşk’ın kendisine bırakıveriyor kendisini. Bütünleşmeyi bedende değil, İlahiyetin
ruhunda arıyorum. Bulmasam da, bu bana iyi geliyor. Okyanusun içinde özgürlüğü
ve hakiki sevgiyi tattığımı düşünürken, gün geliyor ki içinde yüzdüğümün
sınırsızlığı beni boğar gibi oluyor. İşin içinden çıkamıyor; sanki o sınırsız
okyanustan aldığım ‘sınırlı’ hislerden çıkamıyorum. İlahilik zannettiğim
kocaman bir boşluk mu, yoksa beşer-ötesi bir sınırsızlık mı bilemiyorum. O gün,
geri dönüyorum aşık ben. Maşuğun o okyanus olmadığını anlamaya, sezmeye
başlıyorum.
Tüm bu yolculuğu adım adım yapmamış,
detaylarını bu haliyle yaşamamış olsanız da, her aşk, başladığı gibi yükselir,
yükselirken parlatır, durduğu zaman aşağı indirir ve sonunda da daha geniş bir
yere açılır. Bu genişlik bazen yeni bir sevgili, bazen yalnızlık, bazense İlahilik’tir.
Ne olursa olsun aşk olgunlaşmış, kendisi olgunlaşırken sizi de
olgunlaştırmıştır. Sonunda da ‘büyütmüştür’ sizi. Artık aşk hakkında
konuşabilen hatta yazabilen ve akıl verebilen birisinizdir. Bir tarafınızda
önce kendinizi ve hatta sadece kendinizi sevmeniz gerektiğini söyleyen kişiler
ve kaynaklar, öte yanınızda aşkın acısız olamayacağını söyleyen ve ‘ötekini’
hep daha çok sevmeniz gerektiğini söyleyenler vardır. Dört bir yanınızda bir
grup kader vardır. Sizinki kimseninkine benzemez, benzese de benzemek istemez. Bu
noktada yuvarlandığınız ‘dağ’, kendi dağınızdır artık, sevgili’ninki değil.
Hakiki okyanusu bulmak için yeni bir yola mı
çıkacaksınız? Okyanustaki yeni bir damlaya aşık olmayı mı umut edeceksiniz?
Sizin bir damla olarak okyanustaki aksinizi mi seyredeceksiniz? Her gördüğünüze
bir damla olarak sarılacak mısınız? Her gördüğünüzü damla olarak görebilecek
misiniz? Her gördüğünüzü okyanustan bilebilecek misiniz? Okyanusu ‘biraz daha’
bilmiş olabilecek misiniz? Okyanusu hiç bilemeyeceğinizi mi kabul edeceksiniz? ‘Okyanus
yokmuş’ diyerek başınızı kuru kumlara mı gömeceksiniz?
Sevgili ve Allah arasında okyanus değil,
okyanuslar var… Benle sen arasında damla değil damlalar var. Sevgili ile
sevgili arasında su değil susuzluk var. Beşerde bitip tükenmeyecek bir susamışlık
var…
Yirmi
sekiz yaşındayım. Yirmi sekiz yıldır Allah’ı bulmak için yanıp tutuşuyorum.
Yirmi sekizinci yılımın sonlarına doğru Allah’ı ancak aramak için yanıp
tutuştuğumu görebiliyorum. Önce Allah’ı arayabilmek için yanmak gerek. Sonra da
tutuşur hale gelebildiğin an, artık bulup bulmadığını bile soramamak…
Sormadan tek bilebildiğim, aradığımın ne sevgili ne de yalnızca Allah olduğu.
Özlemimin ne damlaya ne de sadece okyanusa olduğu. Benim ne sadece bir damla ne
de okyanus olduğum. Sevebildiğimin ne su, ne de susuzluk olduğu.
Tek bilebildiğim suyun bu satırlarda dolaşıp
okuyana uzandığı. Okuyanın ne bir damla, ne okyanusun kendisi oluşu… Okuyanın
ben’le sevgili arasında, sevgili ile Yaradan arasında, aynı sudan içmiş ve içmekte
olduğu…
Özge Esirgen